Tehditlerle, korkularla, hilelerle kamuoyunu başka bir yöne çevirmek mümkündür. Ancak tesiri az, yüzeysel ve geçici olur. Akli muhakemeyi az bir zamanda kapatabilir. İnsan düşünerek her zaman doğruyu bulan bir varlıktır. Yeter ki düşünme yolları kapatılmasın. Düşünmesine ve konuşmasına fırsat verilsin. Resul-i Ekrem (a.s.m) peygamberlik vazifesini yaparken etrafında Müslümanlar çoğaldığında hürriyet-i kelâma serbesti vermişti. İsteyen istediği fikri ve inancı yine istediği gibi söyleyebiliyordu. Artık biz güçlendik herkes bize tâbi olacak anlayışı yoktu. İslam dini zorlama değil sadece bir davetti. Davete icabet etmek herkesin akli ve kalbi değerlendirmesine bırakılmıştı. Bu nedenle kalplerin derinliklerine nüfuz edilmiş, hissiyatın en inceleri heyecana gelmiş, yüksek ahlâklar tesis edilerek alçak huylar imha edilmişti. Hiçbir zaman baskı ve korkutma gibi İslam’ın açıkça reddettiği yöntemlere başvurulmamıştı. Dünden bugüne Müslümanlar İslam’ın özünden uzaklaştı. Dinimizle alakası olmayan kendi karanlık fikriyatlarını ortaya çıkarttılar. Yaptıkları yanlışlarla dinimizi matem tutmuş bir siyah çadır gibi gördüler ve gösterdiler. Kendi elleri ile ürettikleri yeni putlara karşı ibadet vaziyeti aldılar. Asıl konumuz fikir hürriyetiydi. Bu konuda Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey’in basın hürriyeti ve fikir hürriyeti olmaz ise ne olacağına dair görüşleri ile yazımıza son verelim. “Memlekette basın hürriyeti olmazsa ve bilhassa fikir hürriyeti olmazsa o memleketin terakkisi demeyeceğim, hatta bulunduğu mevkiin muhafazası bile imkân haricindedir. Bulunduğu mevkii muhafaza edemez ve daima geri gider. Sonra efendiler; fikir zincirlenemez. Fikri zincirledim zannedenler kendilerini aldatırlar. Tarihî misaller meydandadır. En yakın misali Abdülhamid’in bu vadideki baskılarıdır. Binaenaleyh fikri belki muvakkat zaman için cebir ve zorla zincirlemek imkânı vardır, fakat o yine vazifesini icra eder… (Zabıt Ceridesi, Devre 1, cilt 27, s. 50, gün 29 Ocak 1923)