Devlet dediğimiz yapı aynen bir insan vücudu gibidir. Vücudun tüm azaları arasında nasıl bir uyum ve sağlıklı bir iletişim varsa devletin organları da öyledir. Bir organ rahatsızlandığında tüm bünye bundan olumsuz etkilenir. Onun için bütün gücüyle o rahatsızlığı gidermek ister. Nasıl ki vücudumuzun her hangi bir organı yok sayılamadığı, görmezden gelinemediği ve olmazsa da olur denilemediği gibi devlet organları da birbirinin tamamlayıcısı olarak diğerinden ayrılamaz. Birbiri ile mücadele ve kavga edemez. Sana ihtiyaç yok sadece ben yeterim diyemez. Her taş yerinde ağırdır denildiği gibi her devlet organı kendi görev ve yetkileri doğrultusunda bir öneme sahiptir. Diğerini ortadan kaldırmak gibi bir hedefi yoktur. Aksine ona olan ihtiyacını daha iyi fark etmek ve anlamak durumdadır. Bu devlet organlarımızdan birisi de anayasa üstünlüğünü sağlayan, yasama ve yürütme tasarruflarının anayasaya aykırı olmasını engelleyen, bireysel başvuru hakkının verilmesi ile temel hak ve özgürlükler için bir güvence haline gelen anayasa mahkemesidir. Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Zühtü Arslan’ın ifadesiyle; “Anayasa Mahkemesi, sadece din ve vicdan özgürlüğü alanında değil, yaşama hakkından ifade özgürlüğüne, adil yargılanma hakkından örgütlenme özgürlüğüne kadar tüm anayasal hak ve özgürlüklere ilişkin çok önemli kararlar vermiş ve vermeye devam etmektedir. Bunu yaparken de Mahkememiz, Anayasa’da öngörülen suçların önlenmesi, kamu düzeni, kamu güvenliği ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması gibi sınırlama nedenlerini de kuşkusuz değerlendirmektedir. Kısacası Anayasa Mahkemesi anayasal adaleti sağlamak için Mevlana’nın asırlar öncesinde ifade ettiği gibi ‘her şeyi yerli yerine koymaya’ çalışmaktadır.” Yukarıda da ifade edildiği gibi her şeyi yerli yerine koymaya çalışan bir devlet organını yerinden ve yetkisinden etmeye çalışmak büyük bir yanlıştır.