Savaşlardan doğan zulümler öncelikle masumları yakar. Kur’an medeniyetinde masumların canlarını, mallarını, hukuklarını korumak esastır. Dinsiz, sefih medeniyette ise masumların canları, malları, hukukları değersizdir. Evde ya da bir gemide, bir masum, on cani bulunsa, adalet-i Kur'aniye o masumun hakkına zarar vermemek için, o haneyi, o gemiyi yakmayı men eder. Ancak dinsiz, sefih medeniyet değil on cani için sadece bir cani için bile bütün masumları yakmayı kendinde hak görür. Masumların ölmesi, perişan olması, eziyet çekmesi onların için bir anlam ifade etmez. Masum ve düşman ayrımları yoktur. Düşman sınırlarında ise masum bile olsa yok edilmelidir gibi zalim bir anlayış ile hareket eder. Masumu korumak bir yana onları cezalandırmaktan lezzet alırlar. Fakat Kur’an medeniyeti ve adaleti masumu korumayı esas kabul eder. Masuma gelebilecek en küçük bir zarar bile kabul edilemez. Masumların burnu bile kanasa orada zulüm doğmuş demektir. Adalet ile zulüm bir araya gelemez. Aydınlık varsa karanlık yoktur. Yapılan ya adalettir ya da zulümdür. Sadece birkaç masum zarar gördü gibi savunmaların Kur’an adaleti karşısında bir yeri yoktur. Bir ve bin aynıdır. Bir kişinin hakkı ile bin kişinin hakkı adalet nazarında eşittir. Birkaç masum feda edilebilir denilemez. Masumu korumayan medeniyetler insanlara huzur ve saadet veremez. Onlardan insanlığa fayda beklemek kadar içi boş ve yanlış bir beklenti yoktur. Kur’an medeniyetinden faydalanarak masumlar konusunda hassas olan milletler bahsimizden hariçtir. Yine zulmeden bir ülkenin tüm insanlarını zulümle suçlamak da adalet ile bağdaşmaz.