Kur’an-ı Kerim’de İslam inanç esasları uluhiyet, nübüvvet ve âhiret özelinde temellendirilmiş, âhirete iman konusu Allah’a iman anlayışıyla birlikte ele alınmıştır. Gayba imanla ilgili olan ve soyut bir inanç anlayışı olan âhirete iman konusu, Kur’an’da özellikle zaman ve mekân vurgusuyla ele alınarak, insan zihninde somut bir yaşam alanına dönüştürülmüştür. Zaman ve mekân boyutuyla gözler önüne sergilenen âhiret hayatına ait tanımlamaların bir kısmına Kur’an’da şu şekilde dikkat çekilmektedir: Yevmü’d-dîn, yevmü’l-ba’s, yevmü’l-kıyâme, sâat, yevmü’l-hisâb, yevmü’t-telâk, yevmü’l-hulûd, dâru’l-âhiret, yevmü’l-hasret, yevmü’l-feth, yevmü’l-cem ve’t-teğâbün, yevmü’l-hurûc, yevmü’t-tenâd, dâru’l-âhire, dâru’l-karâr ve dâru’l-huld.
Bahsi geçen tanımlamalarla âhiret gününün varlığı ayetlerde canlı bir tablo olarak sergilenmektedir. O zaman işin ciddiyetini anlayıp özel hazırlıkların yapılması gerekmektedir. Yaz mevsiminde sebze ve meyveler bol olunca Anadolu insanı kış hazırlıklarını yapmaya, sebzeleri kurutmaya, konserveler hazırlamaya, taze sebze ve meyveleri derin dondurucularda saklamaya başlar. Tüm bu çabaların gayesi kışa sağlıklı yiyecekler hazırlamaktır. Kışa yaz mevsiminden hazırlıklı ve tedarikli girmek gerektiği gibi âhiret yurduna da dünya hayatından götüreceğimiz azıklarımızı hazırlayarak gitmek gerekir.
Yaz mevsiminin rehavetine kapılıp kışa hazırlık yapamayanlar gibi, dünyanın alayişine kendini kaptırıp âhiret gerçeğini umursamayanlara ve âhiret yurdunu ciddiye almayanlara Rabbimiz şu ihtarda bulunmaktadır: “Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.” (Kâf, 50/19) Peygamber Efendimiz de ölüm gerçeğini hatırda tutmak ve âhiret hayatını ciddiye almak yolunda bizlere şu tavsiyede bulunmaktadır: “Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol!..” (Buhârî, Rikâk, 3.) Bir gün ashabıyla sohbet eden Peygamber Efendimiz; “Kulun kalbine bir nur gelince kalp açılır ve genişler.” buyurmuştur. Ashâb-ı kirâm; “Ey Allah’ın Resûlü! Bunun bilinmesini sağlayacak bir alâmet var mı?” deyince Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Aldanma yurdu olan dünyadan uzaklaşıp ebediyet yurdu olan âhirete yönelmek ve ölüm gelmeden hazırlıklı olmak, bunun işaretidir.”
Ecdadımızın en büyük çabası âhiret hazırlığı idi. Bu vecibenin gereğini Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şu şekilde dile getirmiştir: “Yedi şey gelip çatmadan iyi işler yapmaya bakın. Yoksa siz insana görevlerini unutturan fakirlikten, azdıran zenginlikten, halsiz bırakan hastalıktan, bunaklaştıran ihtiyarlıktan, ansızın yakalayan ölümden, gelmesi beklenen şeylerin en fenası deccâlden, belâsı daha büyük ve daha acı olan kıyametten başka bir şey mi gözlüyorsunuz?” (Tirmizî, Zühd, 3.)
Âhirete hazırlık aklını kullanabilenlerin işidir. Âhireti umursamayanlar hem acizler hem de tehlikeye davetiye çıkaranlardır. Bu gerçeği Peygamber Efendimiz şu şekilde dile getirmiştir: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli gören) dır.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 25; İbn Mâce, Zühd, 31.)
SAHABE HAYATI
EBÛ EYYÛB el-ENSÂRÎ
Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kolundandır. Hicretten iki yıl kadar önce hanımı Ümmü Eyyûb ile birlikte müslüman oldu ve ensardan İslâmiyet’i ilk kabul edenler arasında yer aldı. Nübüvvetin 13. yılında yapılan İkinci Akabe Biatı’nda bulundu (622). Hicretten sonra Resûl-i Ekrem onunla, ileri gelen sahâbîlerden Mus‘ab b. Umeyr arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurdu. Hz. Peygamber’le birlikte Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke’nin fethi ve Huneyn başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Savaşlarda ona zarar gelmemesi için yanından ayrılmaz, hatta bazı geceler çadırı etrafında nöbet tutardı. Vahiy kâtiplerinden olması sebebiyle Hz. Peygamber zamanında Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin bir araya getirilmesine hizmet etti. Ashap arasında ilmiyle de tanındığı için kendisine sorulan dinî konularda pek çok fetva verdi.
Ebû Eyyûb Hz. Ebû Bekir devrindeki savaşlarla Hz. Ömer devrinde yapılan Suriye, Filistin ve Mısır seferlerine katıldı. Kıbrıs seferinde de bulundu (28/648-49). Medine âsilerin eline geçip Hz. Osman’ın namaz kıldırması engellenince (35/656) herkes tarafından sevilip sayıldığı için Hz. Ali’nin tavsiyesi üzerine bir müddet imamlık yaptı. Hz. Ali halifeliği döneminde Irak’a gittiğinde onu Medine’de yerine vekil bıraktı. Hâricîler’le ve Muâviye ile yapılan savaşlarda Hz. Ali’nin yanında yer aldı. Bu dönemde Basra valisi olan Abdullah b. Abbas Basra’ya gelen Ebû Eyyûb’a, “Senin vaktiyle Hz. Peygamber’e yaptığın gibi ben de bugün sana hizmet etmek istiyorum” diyerek konağını ona bıraktı. Giderken de kendisine 40.000 dirhem, yirmi köle ve değerli hediyeler vererek onu uğurladı (Zehebî, II, 410).
Sağlıklı olan herkesin Allah yolunda savaşa katılması gerektiğine inanan Ebû Eyyûb el-Ensârî, “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (el-Bakara 2/195) meâlindeki âyette sözü edilen tehlikeyi savaşa gitmeyip işiyle gücüyle meşgul olmak şeklinde açıklardı. Bu sebeple ihtiyarlık döneminde bile her yıl bir savaşta bulunmaya gayret etti. Katıldığı seferlerin sonuncusu Müslümanların ilk İstanbul kuşatması oldu. Onun bu kuşatmadan bir yıl sonra (49/669) gönderilen Yezîd b. Muâviye kumandasındaki takviye birliğin içinde bulunduğu da rivayet edilmektedir. Ebû Eyyûb, kuşatma devam ederken hastalanarak 49 (669) yılında vefat etti. Ancak 50 (670), 52 (672) veya 55 (675) yıllarında öldüğü de ileri sürülmüştür. Cenaze namazını Yezîd b. Muâviye kıldırdı. Vasiyeti üzerine bir askerî birlik tarafından surlara yakın bir yere götürülerek oraya defnedildi.
FIKIH (SİR SORU BİR CEVAP)
Fıtır sadakası nedir ve ne zaman verilir?
Halk arasında fitre diye bilinen fıtır sadakası (sadaka-i fıtır); insan olarak yaratılmanın ve Ramazan orucunu tutup bayrama ulaşmanın bir şükrü olarak; dinen zengin olup Ramazan ayının sonuna yetişen Müslümanın, belirli kimselere vermesi vacip olan bir sadakadır (Nevevî, el-Mecmû’, 6/103-105). Vacip oluşu, sünnetle sabittir (Buhârî, Zekât, 70-78 [1503-1512]; Müslim, Zekât, 12-21 [984-985]).
Kişi, kendisinin ve küçük çocuklarının fitrelerini vermekle yükümlüdür. Hz. Peygamber (s.a.s.), köle-hür, büyük-küçük, kadın-erkek her Müslümana fitrenin gerektiğini ifade etmiştir (Ebû Dâvûd, Zekât, 20 [1619]).
Fıtır sadakasının vacip olma zamanı Ramazan Bayramının birinci günü olmakla birlikte, bayramdan önce de verilebilir. Hatta bu daha faziletlidir. Nitekim bayram namazından önce verilmesi müstehap kabul edilmiştir. Bununla birlikte, bayram günü veya daha sonra da verilebilir. Ancak bayramdan sonraya bırakılması mekruhtur.
Şâfiî mezhebinde ise; fitreyi, meşru bir mazeret bulunmadıkça bayramın birinci gününün gün batımından sonraya bırakmak haramdır. Fitreyi Ramazan’ın ilk günlerinde vermek de caizdir (Nevevî,el-Mecmû’, 6/128).
Fitrenin hedefi, bir fakirin içinde yaşadığı toplumun hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanması suretiyle onun bayram sevincine iştirak etmesine katkıda bulunmaktır.
Günümüzde fıtır sadakası miktarının belirlenmesinde, kişinin bir günlük (iki öğün) normal gıda ihtiyacını karşılayacak miktarın ölçü alınması daha uygundur. Kişi dinen zengin sayılanlara, usûlüne (anne, baba, dedeler ve nineler), fürûuna (çocuk ve torunlar) ve eşine fıtır sadakası veremez. Fitreler bir fakire verilebileceği gibi birkaç fakire de dağıtılabilir (Merğinânî, el-Hidâye, 2/224). Ancak bir kişiye verilen miktar bir fitreden az olmamalıdır.
Din İşleri Yüksek Kurulu 12.07.2017
HER GÜNE BİR KİTAP
KİTABIN ADI : Kudüs Mukaddes Miras
KİTABIN YAZARI: Komisyon
YAYINEVİ : Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Geçmiş ve gelecek arasında kurulan ebedi bağlantının en belirgin yeri olan Kudüs, tevhit dinlerinin merkezi ve tüm semavi dinlerin kutsal beldesidir. Kudüs, İslam’ın çağlar üstü hakikatlerini ve insanlığın ortak değerini temsil eden kutlu bir beldedir. Kudüs, çevresinin mübarek kılındığı bizzat Kur’an tarafından beyan edilen ve Müslümanlar nezdinde yolculuk yapmaya değer görülen üç mübarek mabetten biri (Mescit-i Aksa) dir.
Bu eser; özellikle günümüzde İslam coğrafyasında hüzün ve gözyaşına sebep olan, Filistin topraklarının işgali ile başlayıp Müslümanların işkence ve katliamlara maruz kalmasıyla devam eden ve Kur’an-ı Kerim’de kutsiyeti tescil edilen dostluk şehri Kudüs hakkında farkındalık oluşturma amacıyla hazırlanmıştır.
BİR AYET BİR HADİS
“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şânı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsrâ, 17/1)
“Ebû Hüreyre (r.a.) Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etti: “(Namaz kılıp daha fazla sevap almak için) Ancak şu üç mescide yolculuk yapılabilir: Benim bu mescidime, Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksâ’ya.” (Müslim, Hac, 511)