Hepimiz hayatımız boyunca işlerimiz gereği, ulaşmak istediğimiz makamlar, mevkiler için uzun uğraşlar veririz. Kendimizi bu hedeflere o kadar odaklarız ki çoğu değerlerimizi ya ihmal eder ya da unuturuz. Bu unuttuğumuz değerler maalesef hedefimize ulaşınca aklımıza gelir ama artık çoğunun telafisi mümkün değildir. Bazen ailemiz, bazen çocuklarımız, bazen gençliğimiz…
Peki, kazandığımız makamlar, mülkler, varlıklar kaybettiğimiz şeylerin yerini dolduramayacaksa, kazanılanlarla kaybedileni geri getirmek durumuna düşeceksek eğer, buna değer mi? Ya da kaybetmeden kazanmanın yolu yok mu? İşte Ramazanın bize kazandırdığı en kıymetli nimetlerin başında bu soruları cevaplamak gelir.
Rabbimizin bize verdiği nimetlerin farkına varmak, en çok farkında olmamız gereken ebedi hayata her daim hazır olmak, yaşlılık safhasında geriye dönüp baktığımızda bütün ömrümüzün pişmanlıkla değil büyük bir huzur ve mutlulukla geçirildiğini görmenin vereceği huzuru idrak etmek ve daha nice kıymetini bilmemiz gereken değerlerimizi hatırlatır Ramazan.
Araf suresi 172-173. ayetlerde de ifade edildiği üzere Rabbimizle yaptığımız sözleşmenin yenilenmesidir Ramazan. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurunca Rabbimiz, “Bilakis, Sen bizim rabbimizsin” cevabını verdiğimizde Rabbimizin bize sunduğu bütün olanaklara ve nimetlere gereğince, onun rızasına uygun bir şekilde sahip olacağımıza da söz vermiştik aslında.
Bütün ibadetlerin içinde yer aldığı Ramazan ayı dünya hayatını da, ahiret hayatını da dengeli bir şekilde nasıl götürebileceğimizi, birisine sahip olmak için diğerinin feda edilmesi gerekmediğini uygulamalı olarak bize öğretir. Belki bu yüzden oruçlu ya da oruç tutamayan herkes kalbinde bu müşkülü halletmenin huzurunu taşır.
Hasan KARATEKİN
Hz. Ali Camii Müezzin-Kayyımı
ASR-I SAADET’TEN
Kardeşlik Hukuku ve Yardımlaşma
Yüce Rabbimiz, mümin erkeklerle mümin kadınların birbirlerinin velisi, yardımcısı, hamisi ve dost olduğunu ilan etmiştir. (Tevbe, 9/71) Nitekim bu hususa sık sık vurgu yapan Allah Resulü (s.a.s.) ve ashabı, hayatları boyunca kardeşliğin en güzel örneklerini takdim etmişlerdir. Onlar, dil, irk, cinsiyet, makam veya statü açısından farklı konumlarda olmalarına rağmen, bütün Müslümanların eşit hak ve saygınlığa sahip olduklarının bilincinde idiler. Zira Peygamberimiz, "Müslümanın diğer Müslümanlarla ilişkisi, birbirine kenetlenmiş bir binanın tuğlaları gibidir." (Buhari, Mezalim, 5) sözüyle bencilliği ortadan kaldırmıştır. İnsanlık için bir rahmet olarak gönderilen Allah Resulü, engin bir merhametle insanları kucaklamış, onlara birbirlerinin haklarını korumayı, paylaşmayı ve yardımlaşmayı öğretmiştir.
Pek çoğu yoksul olan ve Medine Mescidinde bir çardağın altında yaşayarak İslâm'ı öğrenmek amacıyla kendisinden ayrılmayan Ashab-ı Suffe hakkında, "Evinde iki kişilik yemeği olan, üçüncü kişiyi; dört kişilik yemeği olan ise beşinci veya altıncıyı alıp yemeğe götürsün." demiş, birer ikişer dağıtılan Ashab-ı Suffe'den on kişiyi de kendisi evine yemeğe götürmüştür. (Buhari, Mevakitü's-salat, 41) Kardeşleri için ashabın yaptığı fedakârlık, sadece yemek yedirmekle sınırlı kalmamıştır. Mesela, Medine'ye hicret eden, Abdurrahman b. Avf (r.a.), Peygamber Efendimiz tarafından Ensar’dan Sad b. Rebi’nin yanına verilmiştir. Kardeşliğin ve fedakârlığın en güzel örneğini sergileyen Sa'd (r.a.), muhacir olarak Medine'ye gelen ve bütün varlığını Mekke'de bırakan Abdurrahman b. Avf’a malının yarısını vermeyi teklif edebilmiştir. (Buhari, Büyû’, 1)
HER GÜNE BİR KİTAP
Kitap Adı : En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana
Kitap Yazarı : Fatma Bayram
Yayınevi : Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Yüce Allah’ın en güzel isimleri demek olan “esma-i hüsna” terkibi bizzat Allah Teâlâ’nın kendi isimleri için Kur’an-ı Kerim’de kullandığı bir ifadedir (Haşr, 59/24). Hem kulluğumuzu ifade etmek hemde Yaratıcımızın bizden istediği ahlakı gerçekleştirebilmek için O’nu bütün isimleriyle tanımaya, inanmaya ve kendimizi o isimlerin tecelligahı olacak şekilde eğitmeye de muhtacız.
Deneme metodu ile yazılan bu eser, O’nu bütün isimleriyle tanımaya, inanmaya ve insanın kendisini o isimlerin tecelligâhı olacak şekilde eğitmeye vesile olması amacıyla kaleme alınmıştır.
FIKIH (BİR SORU-BİR CEVAP)
Göz, kulak ve burun damlası orucu bozar mı?
Göze damlatılan ilaç, çok az olup bir kısmı gözün kırpılmasıyla dışarıya atılmakta, bir kısmı gözde, göz ile burun boşluğunu birleştiren kanallarda ve mukozasında gözenekler yolu ile emilerek vücuda alınmaktadır. Bu işlem yeme içme anlamı da taşımamaktadır. Dolayısıyla göz damlası orucu bozmaz. (Kâsânî, Bedâî’, II, 98)
Kulak ile boğaz arasında bir kanal vardır. Kulak zarı bu kanalı tıkadığından, ilaç boğaza ulaşmaz. Bu nedenle kulağa damlatılan ilaç orucu bozmaz. (Merğînânî, el-Hidâye, II, 263; Kâsânî, Bedâî’, II, 98; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, III, 367, 376)
Buruna damlatılan ilacın bir kısmı burun çeperleri tarafından emilmekte, az bir kısmı mideye ulaşmaktadır. Bu da, orucu bozacak düzeyde görülmemiştir. Bu işlem yeme içme anlamı da taşımamaktadır. Dolayısıyla burun damlası orucu bozmaz.
Din İşleri Yüksek Kurulu FETVALAR, DİB Yayınları, 2. Baskı, İzmir, Aralık-2018, s. 276, 278, 281. (DİYK 22.09.2005 tarihli karar)
BİR AYET-BİR HADİS
“Her birinize ölüm gelip, ‘Rabbim! Ne olur bana azıcık daha süre tanısan da gönüllü yardımlarda bulunsam ve iyi kişilerden olsam!’ diye yalvarmadan önce size verdiğimiz rızıklardan başkaları için de harcayın.” (Münâfikûn, 63/10)
“Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Müslim, Birr, 58)