“Ey inanlar! Allah’a ve Resule hıyanet etmeyin! Bilip durduğunuz halde öz emanetlerinize hıyanet mi ediyorsunuz? (Enfal Suresi:27)
“Teshir” ; varlığın insana emanet edilişinin ifadesidir; varlığın insanının egoizmine, sadizmine terk edilmesinin ifadesi asla değildir. Varlığı insana emanet eden kudret olan Allah(c.c.), varlıktan vazgeçmiş değildir. O kudret, insanın emanete hıyanetini, nankörlüğünü, varlık ve oluşun tahribine yönelik zalimliğini cezasız da bırakacak değildir.
Allah (c.c.), mülkün sahibidir. Onu dilediğine verir, ve mülkü insanın emrine vermiştir. Ancak insan mülkün gerçek sahibi değil, EMANETÇİSİDİR. Emanete hıyanet ettiğinde mülkün sahibine hesap vermek zorunda kalacaktır.
Emanete hıyanet ettiğinde mülkün sahibine hesap vermek zorunda kalacaktır.
Emanet sözcüğü Kur’an-ı Kerim’de tekil ve çoğul (emanet) olarak altı yerde geçmektedir.
Bu kelimenin kökü olan EMN (iman da bu köktendir) ruhun sükûnet bulması ve korkudan kurtulmak anlamındadır.
Emanet bir şeyi veya bir değeri gönül huzuru ve güvenle bir başkasına teslim etmek veya aynı şartlarla teslim almaktır. O halde emanette teslim edenle teslim alanın karşılıklı güven ve rahatlıkları esastır. Ve bu da gösterir ki, emanet olgusu şuurlu ve kararlı iki benliğin varlığını gerektirir. Nitekim emanet olayındaki bu iki şuurlu benlik Kur’an-ı Kerim tarafından imanda da ısrarla korunmakta ve putperes inancın taraflarından biri (put) şuursuz olduğu için Kur’an-ı Kerim, putperesliği bir bilgisizlik, beyinsizlik ve aldanış olarak görmektedir.
Emanet kavramının Kur’ansal yerini tespite çalışan klasik müfessirler (Kur’an-ı Kerim’i yorumlayan kimseler) onu Kelime-i Tevhid (Allah’tan başka tanrı yoktur; Muhammed Allah’ın elçisidir), adalet, akıl gibi anlamlarda belirginleştirirler ki, emanet insan dışında hiçbir varlığın taşıyamayacağı bir evrensel, kozmik yük ve görevdir:
Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
“Biz emaneti göklere yere, dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmekten kaçındılar; onlar ürktüler. İnsan ise çok zalim ve çok cahil olduğu halde onu yüklendi” (bk: Azhab: 72)
Kısacası hayat bir anlamda bir emanet taşıma imtihanıdır, Bir Hadis-i Şerif bu gerçeği şöyle ifade etmiştir: “ Kıyamet günü insana adım başı, ömrünü nerede geçirdiği ve ne yaptığı, malını nerede harcayıp nerede kazandığını, bedenini nerede kullanıp tükettiği konularında soru sorulacaktır.
Emanete hıyanetle imanın bir arada bulunamayacağı da Kur’an- Kerim’in tebliğcisi Hz. Muhammed’in dikkat çektiği gerçeklerden biridir ve şöyle buyurmuştur;
“ Emanete riayeti olmayanın imanı da yoktur.”
O halde, insanın emrine verilen tabiat ve uzay emanetlerine hıyanet edenlerin dinleri imanları olmaz. Kur’an-ı Kerim emanete riayetin bir yetenek olduğu kadar bir ehliyet olduğunu da belirtir. Bu yüzden her iş ve ödev bir emanet olarak algılanmış ve şu evrensel ilke konulmuştur:
“ Hiç kuşkunuz olmasın ki, Allah size, emanetleri onlara ehil olanlara teslim etmenizi emreder” (Nisa Suresi: 58) Bu ayetin insan hayatına kazandırmak istediği değerin önemini anlamak için Hz. Peygamber’in (s.a.v) şu sözünü de hatırlamak gerekir:
“ İşler ehil olmayanlara verildiğinde, kıyametin kopmasını bekle.” Burada ki kıyamet, toplumların çöküşü anlamındaki küçük kıyamettir.
Şuraya kadar ki açıklamaya dayanarak diyebilir ki, Kur’an-ı Kerim’e göre, işlerin ve emanetlerin ehil olmayanlara teslim edilmesi imansızlığın en büyük belirtilerinden biridir. Böyle olduğu içindir ki, Kur’an-ı Kerim, müminlerini, “ EMANETLERİNE RİAYET EDEN VE AHDLERİNE VEFALI OLAN KİŞİLER” diye nitelendirmiştir. (Müminün :8; Mearic:32)