Muzaffer KARAHİSAR
BİR ÇOCUĞUN GÜNLÜĞÜNDEN
Kış mevsiminin sonlarında evlerde bayramhazırlıkları başlamıştı. Evin büyüklerindetatlı telaş, çocuklarda sevinç ve heyecan vardı. Alış-verişler yapılmış, bayramlıkhediyeler alınmıştı. Çeşit çeşit yemeklertabaklara dizilmiş, tatlılar tepsilerde yerini almıştı. Komşular, akrabalar, arkadaşlar derken gelenlere ikramlar yapılıyor, sohbetler, muhabbetler, gülüşmelerle bayram sevinci gün boyu devam ediyordu.
Evin küçüğü olduğumdan gün boyu ayakta kalıp yorulmam; içimdeki sıkıntıdan daha fazla ağır gelmiyordu. O gün beni rahatsız eden, ruhumu bunaltan üzüntümü tarif edemem. Kimseye fark ettirmesem de davranışlarıma, yüzüme yansıdığı oluyordu... Bu yüzden bana “ Rahatsız mısın?” Soruları soruluyordu.
Sebebine gelince: Babam yurtdışına gitmişti. Babaanneme bir süreliğine halam bakacakmış. Babaannem ağır hasta olmuş. Hastaneden taburcu olunca; Halam, bir yığın ilaçları, serumları, iğneleri var bakımı zor olur, baş edemem diye huzurevine yatırmış. Anneme de “Abim duymasın” demiş. Annem de bize “Konu- komşu duymasın!” Deyince bilinmesi ayıp bir şeymiş gibi ya da saklanması gereken bir sırmış gibi geldi bana. Anneannemin bu durumunu öğrenince ne kadar üzüldüğümü bilemezsiniz! Ümitlerim, arzularım birden sönmüştü. İçimdeki bayram sevincinin yerini hüzünlü bir yalnızlık ve ayrılık duygusu almıştı.
Düşünsene, benim için çok zor bir durumdu. Evimizin direği, neşesiydi O. Her bayram biz O’na sarılır, öper, saçlarını okşardık. Elini öperken O, başımızı okşardı. Biz O’nun sabun kokulu göğsüne yaslanır, gül kokusunu hissederdik. Yanaklarını sıktırıp yüzünü okşarken gözümüz cebinden çıkacak para kesesine takılırdı. Bizi “Burcu kokulu torunlarım, tatlı meleklerim” diye severdi. Sonra köşesinde elinde tespihiyle mütemadiyen dudakları kıpırdardı. O’nun yerini ve içimdeki boşluğu artık hiçbir şey dolduramaz. O şimdi evden ve bizlerden uzaklarda. Bu durumda ben nasıl mutlu olurum, nasıl bayram sevinci yaşarım? Kim bilir, bizi ne kadar aramış, sormuş, özlemiştir!
Bu bayram kendimi çok yalnız, neşesiz ve mutsuz hissettiğim kadar hiç üzgün anım olmamıştı. Duygularımı ifade etmekte güçlük çekiyorum. Kimseyle de paylaşmak niyetinde değilim. Keşke büyük bir abla olsaydım, evim olsaydı… Babaannemi alıp evime götürseydim. Her zaman olduğu gibi O başındaki beyaz tülbentle hep dualar etse bana.Dizine yatsam saçlarımı okşayıp nazar değmesin diye okusa, okusa… Şifalı nefesiyle üflese yüzüme serin serin… Oracıkta uyusam saatlerce, unutsam bütün acıları, ağrıları, yorgunlukları…
Tatil dönüşü okula başladığımız gün, öğleden sonra öğretmenimiz Huzurevine ziyarete gidileceğini söyledi. Bizi götürecek belediyeotobüsü gelmişti bile kapıya. Arkadaşlarımın Babaannemin huzurevinde olduğunu bilmesini istemiyordum. Onlarla gitmek istemiyordum, ama gitmesem de olmazdı. Otobüsün içinde öğretmenimiz, ziyaretle ilgili bilgi veriyordu. “Kimsesiz, bakıma muhtaç yaşlılara vermeniz için karanfil aldık. Orada saygılı davranın, onları rahatsız edecek gürültü yapmayın, zor sorular sormayın. Bayram da yakınları gelmeyenlere moral ziyareti yapacağız!…”
Öğretmen bunları anlattıkça otobüste başımı yere eğip suçlu bir insan duygusun yaşıyordum. Üzüntümü, sıkıntımı, mahcubiyetimi gizlemeye çalışarak, ezilerek, sıkılarak asılmaya gider gibi huzurevine gidiyordum. İlk defa huzurevine gittiğim için çok heyecanlıydım. Kapı girişinde ziyaretçi kaydında ismimi yazdırmadım. Ola ki soyadımdan Babaannemin torunu olduğum biline birdi. Böyle olmasından çekindim.
Sonra topluca katlara çıktık. Arkadaşlar odalara girerken ben hep çekinceli olarak arkadan giriyordum. Babaannemin tanıyıp “Gel kızım, tatlı torunum.”Derse; arkadaşlarımın içinde, öğretmenimin yanında zor durumda kalmaktan; “Aaaa babaannen mi? Neden burada? …” Peş peşe gelecek sorulardan çekindim.
Pembe boyalı koridorun sonunda bir oda kalmıştı. Arkadaşlarım ellerinde çiçeklerle koşarak topluca o odaya daldılar. İçerden gelen ses, Babaannemin sesine benziyordu: “Hoş geldiniz torunlarım. Torunum kokulu kızlar, güzel kızlar, tatlı kızlar…” Deyip diller döküyor, dualar ediyordu. Dışarıda kalanlarla O’na uzaktan baktım. . Başında beyaz tülbendiyle karyolada oturmuş, bir melek gibi gelenlere masumca gülümsemeye çalışıyordu. Eskiden de öyleydi, üzüntüsünü belli etmezdi. Yüzü solmuş, bakışlarında mahmurluk ve yorgunluk vardı. Bitkin ve mecalsiz olduğu her halinden belli oluyordu. İçeriye koşarak girip sıkıca boynuna sarılıp ellerini, yanaklarını doyasıya öpmeyi, koklamayı “Babaanneciğim!” diye bağırmayı,ağlamayı ne kadarçok isterdim!
Bunları düşünürken, mahalleden orada bakıcı olarak çalışan bir abla ile göz göze geldik. “Bak babaannen burada!” demesinden korkumdan başımı yan tarafa çevirdim. Böyle bir tanışmaktan ne kadar çekindiğimi anlatamam. O gittikten, arkadaşlar odadan çıktıktan sonra Babaannem yalnız kalınca aklımdan geçenleri yapacaktım!
Bir suçlu gibi etrafın iyice tenhalaşması bekliyordum. Arada bir içeri bakıyordum. Benim yalnız kaldığımı, hiç kıpırdamadan ikide bir tereddütlerle içeri baktığımıfark eden öğretmenimizin sesi geldi. “Kızım orada ne bekliyorsun? Bak arkadaşların aşağı indi. Seni bekliyoruz!” Son ümitlerimde sönmüştü… Babaannem beni görmemişti. Ben onun son haline epeyce bakmıştım. Arkadaşlarıma kokusundan bahsettiği torunu bendim. Oradan ne kadar üzülerek ayrıldığımı, ağladığı anlatamam. Merdivenlerden gözü yaşlı indiğimi görenler “Ne kadar duygusal bir çocuk!” diyorlardı.
O gün kimseye bir şey anlatmadım. Bir şey yiyip içmedim. Günlüğümü alıp odama çekildim.