SİZDE Mİ YENİ MÜSLÜMAN OLDUNUZ?
ŞABAN KORKMAZ
İsviçre’li 22 yaşındaki bir bayan tamı tamına iki yıl İslam dinini araştırır ve sonunda Bir Müftüye gelir ve Kelimeyi Şahadet getirerek Şerife adını alarak Müslüman olur. Müslüman olduktan sonra içinde bir huzursuzluk vardır. İçinde bir huzursuzluk vardır. Müslüman olmuştur ama kalbinde bir şeylerin içinde eksik olduğunu hisseder. Gönlü bir şeyler istemektedir. Ama bunun ne olduğunu günlerce geceleri yatmadan rüyasında görmek arzusu ile hareket eder. Üç günlük hareketin ardından üçüncü gün kendisini bir Kur’an kursunda buluverir. Onbeş yaşından altmış beş yaşına kadar bayanların bulunduğu bir yerde kendisini görür.
Ertesi günü Müslüman olmak için gittiği Müftü Beyin yanına gelir ve der ki: “Hocam biliyorsunuz birkaç gün önce ben gelip Müslüman oldum. İçimde bir huzursuzluk var. Ben Müslümanların başucu kitabı olan Kur’an’ı Kerim’i öğrenmek istiyorum. Beni Kur’an öğretilen yere götürür müsünüz?”
Müftü Bey sevinerek o kadını o mahalde kadınların olduğu Kur’an Kursuna Kur’an öğretilmesi için götürür. Kadın Kur’an kursuna devam eden ve onbeş yaşından altmış beş yaşına kadar başörtülü kadınların bulunduğu Kur’un Kursu odasına girdiğinde şöyle etrafına bir bakınır, şaşkınlık içerisinde kadınlara hitaben der ki: “Siz de mi yene Müslüman oldunuz?”
Günümüz yaşantı tablosundan bir misal bu durum. Kadın böyle düşünmekte haklı. Haklı ama gelin görün ki anne ve babalar zamanında çocuklarına Müslümanların başucu kitabı olan Kur’an’ı Kerim’i öğretmezse bu gibi sözlerin söylenilmesi doğal oluyor.
Hiç şüphesiz ki günümüz neslini zamanında ana ve babalar milli ve manevi değerlerler mücehhez bir şekilde yetiştirmediklerinden bu gibi tablolar ortaya çıkmaktadır. (birileri hariç) Öyle ki bu konuda atalarımız ne güzel söylemiş: “Çocuk yedisinde ne ise yetmişinde de odur.” “Görgülü kuşlar gördüğünü işler.”
Çocukların eğitiminde ana ve babalara çok büyük görevler düşmektedir. Öyle ki çocuklar konuşmaya başladıklarında her ana ve baba çocuklarına Allah, Peygamber, bayrak, vatan, millet sevgisinin yanında sevgiyi, saygıyı,, birliği, beraberliği, yardımlaşmayı, birlikte yaşamayı, hoşgörüyü çocuklarının kalplerine yerleştirme görevini bi hakkın yerine getirilirse toplumda hiçbir problem kalmayacaktır.
***
YEDİ YAŞINDA HAFIZ OLAN ABDURRAHMAN!
Annesi ve babası öğretmen olan ve Anadolu’nun bir kentinde hayatlarını sürdüren Abdurrah’manın ana ve babası çocukları yedi yaşına geldiğinde Kur’an’ı Kerim öğrenmesi için bir hoca tutarlar. Abdurrahman bir hafta içinde Kur’an’ı Kerim’i öğrenmiştir. Hocası çok zeki olan Abdurrahmanın hafız olması için harekete geçer. Ana ve babasından gerekli izni alarak onu tamı tamına altı ay gibi kısa bir sürede hafız olmasını sağlar.
Hafızlığı elde eden Abdurrahman hiç aksatmadan sürekli olarak abdesti bozulduğunda abdest alıyor, nazlarını vaktinde kılıyor ve her gün sabah akşam Kur’an-ı Kerim’i okumaya devam ediyor.
Yıllar sonra Abdurrahman ilahiyat fakültesini bitirerek bir camide imamlık görevine başlıyor. Görev yaptığı camide cami cemaatinin azlığı on rahatsız etmektedir. Bu görev yaptığı cami cemaatini artırmak için neler yapabileceğini düşünür, günlerce bunun için istiare namazı kılarak rüyaya yatar. Rüyada gördüklerini uygulamaya başlar. Vakit namazlarının ardından cami etrafında bulunan evlere giderek misafir olur. Misafir olduğu evin sahibine camiye gelmelerini tavsiye eder. Konuşur, konuşur, anlatır hiç usanmadan. Hatta ve hatta bir gittiği eve birkaç defa gittiği vaki olmuştur.
Yaklaşık zaman olarak üç ay geçmişti ki camide namaz kılan biri saf cemaat üç safa çıkmış bulunuyordu. Ezanı kendisi okuyordu. Cami cemaatinden camiye devam edenlere ilmihal bilgilerini vermekten geri durmuyordu. Cami cemaatine camide ve evde nasıl namaz kılınması gerektiğini hiç Usanmadan anlatmaya çalışıyordu. Soğuk günlerde camiye gelemeyenlerin evlerinde mutlaka cemaat olması gerektiğini anlatmaya çalışıyordu.
Aradan geçen bir yıl sonunda Abdurrahman hoca çalışmalarında belirli bir mesafe kat etmiş bulunuyordu. Cami cemaatinin sayısı artmıştı. Kur’an öğrenmek ve ilmihal bilgilerini öğrenmek isteyenlerin sayısını bir hayli kabarmıştı. O camiyi bir okul haline getirmiş bulunuyordu. Camide namaz kıldırdıktan sonra hemen eve gitmiyor cami cemaatine gerekli bilgilerini vermek için gayret sarf etmekteydi. Bu görevleri yaptığı için huzurluydu. Ayrıca caminin temizliğini kendi elleriyle yapmaktaydı. Kendisinden sonra bu camide namaz kıldıracak gençleri yetiştirmekteydi.
***
KIYILAN BİR İMAM NİKÂHINDAN KESİTLER
Mahalle imamının birisini o mahallede nikâh kıyılması için bir aile evine davet eder. İmam efendi nikah için iki şahit belirler ve başlar konuşmaya. Damat adayına; “Gelin için bir mehir verdin mi?” deyince damat ve orada bulunanlar şaşırır. Her ne ise orada mehir konusu gündeme gelir ve damat eşi için mehir vereceği şeyi söyler ve nikâh törenine geçilir. İmam efendi iki şahidin, kızın ve oğlanın anne ve babasının huzurunda gelin olacak kıza; “Kızım haydi bir Kelimeyi şahadet getir bakalım.” Dediğinde gelinlik kızın verdiği cevap şu idi: “Hocam ben bu eve yeni gelin geldim o söylediğiniz şeyin yerini bilmiyorum.”
Bu konudaki yorumları sevgili okuyucularımın takdirine bırakıyorum ve bazı anne babalara seslenmek istiyorum (birileri hariç tabiiki): “Haydi anne ve balalar görev başına!”